ÜYE GİRİŞİ ÜYE OLMAK İÇİN ALTTAKİ LİNK İ TIKLA

FOÇA

Adını; kenti çevreleyen adalarında yaşayan foklardan alan Phokaia, İ.Ö. 11. yy'da Aiollar'ca kuruldu. İon yerleşimi İ.Ö. 9.yy'da başladı. Phokaialılar usta denizciydiler ; 50 kürekli & 500 yolcu alabilen tekneleri vardı. Mühendislik konusundaki üstün zekaları ve denizcilikteki başarıları ile Ege, Akdeniz ve Karadeniz'e açılarak çok sayıda koloni kurdular. Foçalılar'ın tarihte kurduğu kolonilerin en önemlileri : Kardeniz'de Amysos (bugünkü Samsun);
 Çanakkale Boğazı'ndaki Lampsakos (bugünkü Lapseki); Midilli Adası'nda Methymna (bugünkü Molyvoz); Güney İtalya'da Elea (bugünkü Velia); Korsika'da Alalia; Güney Fransa'da Massalia (bugünkü Marsilya), Nice ve Antibes ; İspanya'da Ampuria'dır. Phokaialılar'ın denizcilikteki ustalığı, ticaret alanında da başarılı olmalarına olanak sağladı. Phokaia, İonya'da, doğal altın-gümüş karışımı elektron sikkeyi ilk bastıran kentlerden biriydi.
Foça’da son yıllarda yapılan kazılarda M.Ö.2.bine ait seramiğin ele geçmiş olması, Phokaia’nın kuruluşunun daha önceye, Tunç Çağları’na götürmektedir ve bu yerleşim günümüze değin süregelmiştir. Phokailılar denizcilikte ünlüydüler; Herodot’a göre büyük gövdeli yük gemileri yerine, yüksek hıza erişebilen 50 kürekli ve 500 yolcu taşıma gücünde hızlı tekneler kullanıyorlardı. Adriyatik, Etruria, İberia ve İspanya’daki Tartessos’a kadar deniz yolculuğunu yapmışlardır. İon deniz ticaretinin yayılmasında önemli bir rol oynamışlardır. Mısır’daki Naukratis kenti ile ticaret yapmışlar Milet Kenti ile deniz gücünü birleştirerek, Çanakkale Boğazı’nda Lampsakos (Lapseki), Karadeniz kıyısında Amisos (Samsun) kentlerinin kurulmasında ön ayak olmuştur.
Ord.Prof.Dr.Ekrem AKURGAL’ın yürütmüş olduğu çalışmalar sırasında Athena Tapınağı’nın yeri saptanmış ve tapınakla ilgili çok sayıda buluntu ele geçirilmiştir. Körfeze hakim bir konumda, eski ortaokul yapısının yer aldığı alanda Athena Tapınağı bulunuyordu; çalışmalar sırasında çok sayıda sütun tamburu, altlık ve başlık parçalarıyla diğer mimari elemanlar ele geçmiştir. Antik Dönem yazarlarlarının bahsettiği Athena Tapınağı M.Ö. 6.yüzyılın başlarında inşa edilmiş olmalıdır; çok sayıda onarım görmüş olan ilk tapınak, kazı sonuçlarına göre Roma Dönemi’ne kadar ayakta kalmış olmalıdır. Son dönemde Athena tapınağı alanında bulunan Arkaik Dönem'den malzemesi işlemesi nispeten kolay tüf taşından (Foça taşı) büyük griphon ve at heykelleri Phokaia'nın Antik Yunan dünyasında büyük taş heykeltıraşlığındaki öncü konumunu da ortaya koyar. Phokaia'da arkeolojik kazılar halen devam etmektedir.
Son kazılar ve yüzey araştırmaları sonucunda Phokaia’nın M.Ö.590-580 yıllarında Herodot’un bahsettiği bir kent duvarıyla çevrilmiş olduğu; Arkaik Dönem’de kentin geniş bir alana yayıldığı ve sınırlarının yarımadayı aştığı; M.Ö. 6.yüzyılın ilk yarısında dünyanın en büyük kentlerinden biri olduğu saptanmıştır. Herodot Duvarı adı verilen Arkaik duvar, bugünkü modern mezarlığın kuzeyinde yer almaktadır. Arkaik Dönem kent duvarının geçtiği yerler saptanarak bu duvarın uzunluğunun 5km.yi geçtiği ve tüm kenti çevirdiği anlaşılmıştır; söz konusu duvar daha geç bir dönemden taş yığma suretiyle yapılıp üzeri toprakla örtülmüş bir tümülüsün içinde oldukça iyi bir durumda kalmışsa da 1970'lerdeki bir yol çalışması sırasında ciddi bir tahribata uğramıştır. Maltepe Tümülüsü’nün batı bölümünde, Foça-İzmir karayolunun hemen yanında yürütülen çalışmalarda Phokaia’nın en eski duvarı, kapısıyla birlikte ortaya çıkarılmıştır. Phokaia ‘da Ortaçağdan günümüze gelebilen, Cenevizlilere ait olan kalıntılardan 1275 yıllarında kent çevresinin oldukça güçlü duvarlarla çevrili olduğu anlaşılmıştır. Cenevizlilere ait olup 500 m. uzunluğundaki su kemerleri ile suyollarının pek azı günümüze gelebilmiştir.
Foça yolu üzerindeki Taş Kule olarak bilinen Pers mezar anıtının kazı, restorasyon ve çevre düzenlemesi yapılmıştır; Perslerin Phokaia’yı ele geçirmelerinin tarihi belgesi olan bu anıt M.Ö. V.yüzyılın sonları ile VI. yüzyılın başlarına tarihlenmektedir. Monoblok bir tüf kayanın oyulmasıyla oluşturulan bu anıt-mezar Eolia’da Persler’den günümüze gelen tek yapıdır. Sınırlarını genişletmek için Batı’ya doğru ilerleyen Kyros, Sardes’i ele geçirdikten sonra Phokaia’yı almışlardır. 1913 yılında Sartiaux, Değirmenli Tepe’nin kuzeybatı yamacında yapmış olduğu çalışmalarda sonuç alamamış olsa da son dönem kazılarında aynı alanda Tiyatro Tepesi üzerindeki değirmenler ile tiyatronun yeri bulunmuştur. Burada yoğunlaştırılan kazılar sonunda yerel tüf taşından cavea ile analemma duvarları ortaya çıkarılmıştır. Helenistik döneme ait, oturma kademelerine kazınmış yazıtlar tiyatronun Roma öncesi yapıldığını göstermiştir. Ayrıca cavea’nın altı ile skene üzerindeki Geç Roma dönemine tarihlenen çok sayıda çanak çömlek parçaları burada bir de keramik atölyesi olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra kademeler üzerindeki ölü külü çömlekleri tiyatronun Roma döneminde kullanılmadığına da işaret etmektedir. Ele geçen bulgular Phokaia Tiyatrosunu M.Ö. 4.yüzyılın 3.çeyreğine tarihlendirmektedir.
Yarımadanın kuzeyindeki kayalığın denizle birleştiği yerde kayalara oyulmuş bir kutsal alan ortaya çıkmıştır; aynı zamanda limanın girişi olan bu kutsal alana dört basamakla çıkılıyordu. Kayalara oyulmuş nişlere de büyük olasılıkla adaklar konuluyordu. Phokaia’da Kybele kültünün yaygın olduğu düşünülecek olursa bu kutsal alanın da ona adandığı tahmin edilebilir. Değirmenli Tepe’de de Kybele ‘ye atanmış bir kaya mabedi de bulunmuştur. Athena Tapınağı terasının kuzey yamacında ve Liman Kutsal Alanı’nın üzerindeki duvar, Phokaia kent duvarının kronolojisini göstermesi açısından önemlidir. En altta M.Ö. 590–580 yıllarına tarihlenen sur duvarı; bunun üzerinde Roma Dönemi onarımı; daha yukarıda M.S.13.yüzyılın son çeyreğinde yapılmış Ceneviz onarımı; en üstte de 1538–1539 yıllarında yapılmış Osmanlı onarımı yer almaktadır.
Bu antik kale Michel Paleok tarafından1275 yılında Cenevizli Manuel Zacharna’ya verilmişve zaman içerisinde Cenevizlilerce surları onarılmıştır. Phokaia’nın 1455 yılında Osmanlı topraklarına katılmasından sonra surlar onarılarak şimdilerde dokuz tanesi ayırt edilebilen kulelerle donatılmıştır. Beşkapılar, Osmanlı dönemi kalesinin kayıkhane bölümüdür. Buradaki yazıta göre Kanuni Sultan Süleyman zamanında 1538-1539 yıllarında onarım görmüştür. Beşkapılar, 1983 ve 1994 yıllarında restore edilmiştir. Şehrin etrafını çevreleyen surların en iyi korunmuş bölümleri, yarımada üzerindeki Bizans, Ceneviz ve Osmanlı dönemlerine ait onarımlardır. Beşkapılar'da bilimsel kazılar yapılmaktadır. Kalenin kayıkhanesi günümüzde Açık Hava tiyatrosu olarak kullanılmaktadır.
Foça ve çevresi büyülü doğal güzelliklere sahiptir. Siren Kayalıkları ve Foça Adaları da bunlardan en fazla dikkat çekenler. Efsaneye göre bir zamanlar bu adacıklarda denizkızları yaşıyor ve balıkçıların yolunu şaşırıp teknelerinin batmalarına neden oluyordu. En büyüğü Orak Adasıolan adalara doğru tekne yapabilir ve şansınız varsa bir fok balığına rastlayabilirsiniz. İşin ilginci bu adaların silueti de fok balığını andırıyor. Tarihi yapılara meraklı olanlar da Foça'da kendilerini çok mutlu hissedebilir. Foça'ya 10 km. uzaklıktaki kaya anıt mezar Taş Ev, yine bir kaya mezar olan Şeytan Hamamı, BeşKapılar Kalesi ve Osmanlı zamanından kalan hamamlar Foça'da gezebileceğiniz tarihi yapılardan bazıları. Foça'nın bir özelliği de Foça evleri. Geleneksel Foça evleri, kule evler, bitişik düzen evler ve tek tip evler olmak üzere üç gruptan oluşuyor. Bunlardan kule evler, yüksek olmaları nedeniyle böyle anılıyor. Bitişik düzen evler adından da anlaşılabileceği gibi yan yana yapılmışlar ve kapılarından doğrudan sokağa çıkarılıyor. Ve Foça'nın taş evlerinin arasında dolaşmak, limanda balıkçıları seyretmek insana zamanda yolculuk yapıyormuş hissini veriyor. Zaten Foçalılar yüzyıllardır geçimlerini balıkçılıkla sağlıyorlar.
B
B

P
9
Sirenler (seirenler) ve siren kayalıkları, ilk defa Homeros'un Odysseia destanı ile karşımıza çıkar. Sirenler, geniş kanatlarıyla kuş vücutlu ve çok güzel kadın başlı yaratıklardır. Esrarengiz sesleri, en güzel müzik mırıltıları ve şehvetli inlemeleriyle erkeklerin akıllarını başlarından alırlar. Homeros'un Odysseia destanında, Kral Odyseus'un Troya (Truva) savaşından dönüşü anlatılır. Savaş biteli 10 yıla yakın bir süre geçmesine rağmen, İthaka Kralı Odysseus yurduna dönememiştir. Yıllardır bir adada tutukludur. Tanrılar sonunda yurduna dönmesine izin verirler. Odysseus, on iki gemisi ve yoldaşlarıyla yola çıkar, üç yıl denizlerde zorlu mücadeleler verir. Efsaneye göre Odysseia, Ege denizinde Phokaia kıyılarına, büyücü Kirke'nin anlattığı sirenlerin adasına yaklaşır. Bu adanın (Foça'da Orak Adası'nın batısı) kayalıklarında yaşayan sirenler'in sesleri oradan geçen gemicileri büyülermiş ve bu sesi duyan gemiciler ölünceye kadar orada kalıp helak olurlarmış. Odyseus, gemisiyle bu kayalıkların arasından geçmek üzereyken, büyücü Kirke'nin sirenler hakkındaki uyarısını hatırlamış olduğundan. Sirenlerin büyülü çığlıklarına kapılmamak için kendisini de geminin diregine halatlarla sıkıca bağlatmış, ağzını süngerle kapatıp, tayfalarının kulaklarını da bal mumu ile tıkattırmış. Böylece siren kayalıklarından çıkan sesi sadece kendisi duyacakmış, daha sonra; tam sirenlerin yanından geçerken sonsuza kadar bu körfezde kalmak için tayfalarına emir vermek istemiş, ağzı kapalı olduğu için başaramamıştır. Siren kayalıklarından çıkan sesler, rüzgârın uğultusuna ve dalgaların coşkusuna karışarak körfezin kıyısına vururken, Odyseus'un gemisi bu büyülü dünyanın içinden süzülerek geçip gitmiş, İthaka'da 20 yıllardır onu bekleyen karısı Penelope'ye dönmüştür. Bu dönüş, Kavavisin dizeleriyle bambaşka anlamlara bürünür. İthaka'ya varmak! Bir amaca, bir ülküye, bir umuda, bir aşka ulaşma çabasının bir çeşit simgesidir.